CCE-RVV’nin 2025 Kararları
2025 yılında Belçika’ya Türkiye’den yapılan sığınma başvurularının sayısı, Ağustos ayı itibarıyla 1.875’e ulaşmıştır. Başvuru sayısında görece bir düşüş olsa da halen Türkiye halen uyruklara göre uluslararası koruma başvurusu sıralamasında Belçika’da 5. sırada yer almaktadır.
Sığınma başvurularında, Mülteciler ve Vatansızlar Genel Komiserliği (CGRA-CGVS, Commissariat général aux réfugiés et aux apatrides – Commissariaat-generaal voor de Vluchtelingen en de Staatlozen) tarafından verilen ret kararları Yabancılar İtiraz Konseyi’ne (CCE-RVV, Conseil du Contentieux des Etrangers- Raad voor Vreemdelingenbetwistingen) taşınmıştır. Bu çalışmada, özellikle Gülen hareketiyle bağlantılı dosyalara ilişkin verilen ret kararlarına karşı Konsey’in yaklaşımı mercek altına alınmaktadır.
CCE-RVV, Avrupa Birliği hukukunda öngörülen “etkin başvuru” (recours effectif) ilkesine uygun olarak, CGRA’nın ret kararlarını hem hukuki hem de olgusal boyutlarıyla yeniden inceleme yetkisine sahiptir. Bu çerçevede Konsey, bir ret kararını:
- onaylayabilmekte,
- usul veya içerik bakımından hatalı bulması halinde iptal ederek dosyayı yeniden incelemeye gönderebilmekte,
- ya da doğrudan mülteci statüsü tanıyabilmektedir.
Legal Assistance & Consultancy (LAC) olarak bu çalışmada, 2025 yılında CCE-RVV tarafından Gülen hareketiyle bağlantılı başvurulara ilişkin verilen 50 karar incelenmiş; Konsey’in, Türkiye’de bu harekete yönelik sistematik zulmü nasıl değerlendirdiği analiz edilmiştir.
Genel İstatistikler (2025)
Ocak–Haziran 2025 döneminde incelenen ve Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilen 50 dosya kapsamında CCE kararlarının dağılımı şu şekildedir:
- Mülteci statüsü tanındı (réformation): 11 dosya (%22)
- İptal ve yeniden inceleme (annulation/renvoi): 16 dosya (%32)
- Ret / onama (rejet/confirmation): 23 dosya (%46)
Bu tablo, CCE-RVV aşamasında başvurucuların yaklaşık yarısının ya doğrudan mülteci statüsü elde ettiğini ya da dosyalarının yeniden incelenme imkânı bulduğunu göstermektedir.
Gülen Dosyalarına Genel Bakış: CCE-RVV’nin Çizdiği Çerçeve
Belçika Yabancılar İtiraz Konseyi (CCE-RVV) ve güncel ülke bilgi kaynakları, Türkiye’de Gülen hareketine yönelik muamelenin “herkese eşit biçimde uygulanan sistematik bir zulüm” olarak değil, kişinin katılım/bağ düzeyine göre değişen bir risk spektrumu olarak ele alındığını göstermektedir. Bununla birlikte CCE-RVV, bu dosyaların yüksek dikkat ve ihtiyatla incelenmesi gerektiğini vurgulumaktadır. Düşük görünürlükte bile kümülatif unsurlar (aile bağları, soruşturma/mahkûmiyet, mesleki pozisyon, sosyal/psikolojik kırılganlık, zaman çizelgesi) kişisel riski yükseltebilmektedir.
Ayrıca CCE-RVV, Türk yargı sisteminin pratik işleyişinde kişilerin yalnızca kesinleşmiş mahkûmiyet veya resmi tutuklama emriyle değil, basit şüpheler ya da yargı dışı bilgiler temelinde dahi gözaltına alınabileceğini, sorgulanabileceğini veya tutuklanabileceğini vurgulamaktadır. Bu nedenle, yalnızca bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama emrinin varlığının “somut risk” kanıtı olarak aranması gerektiği yönündeki bir Genel Komiserlik argümanını reddetmiştir. CCE-RVV’ye göre, Türkiye’deki fiili yargı pratiği göz önüne alındığında, daha düşük eşikteki göstergeler dahi başvurucu açısından makul bir zulüm korkusunun temeli olabilmektedir.
“Temellendirilmiş Korku” Kriteri
Uluslararası koruma hukukunun en temel kavramlarından biri “temellendirilmiş korku” (crainte fondée) ilkesidir. Bu ilkeye göre bir başvurucunun zulüm korkusu yalnızca sübjektif bir duygu değil, aynı zamanda objektif verilere dayanmalıdır. CCE-RVV içtihadında, örneğin KHK’larla ihraç edilen 152.000’den fazla memurun yaklaşık %65’inin hiçbir adli takibat veya soruşturmaya maruz kalmadığına dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda, sadece Gülen hareketiyle geçmiş bağa işaret etmek yeterli değildir; itiraz incelemelerinde başvurucunun kişisel olarak hedef alındığını gösteren somut ve güncel kanıtlar da aranmaktadır. Nitekim, Türkiye’de uzun yıllar (örneğin 2016–2023 arasında) herhangi bir soruşturma veya ciddi mağduriyet yaşamayan başvurucular açısından, geri dönüşte zulme uğrama ihtimali CCE-RVV tarafından çoğu kez “objektif temelden yoksun” kabul edilmektedir.
Genel Komiserlik, bir başvurucunun Fransa’da bir yıl kalmasına rağmen uluslararası koruma talebinde bulunmamasını, “uyum sağlayamama” ve “Gülen hareketinden destek görememe” şeklindeki açıklamalarla gerekçelendirmesini ikna edici bulmamıştır. Bu durum, Cenevre Sözleşmesi anlamında gerçek bir zulüm korkusu taşıyan kişinin tipik davranışıyla bağdaşmadığı ve zulüm korkusunun objektif dayanağını zayıflattığı gerekçesiyle başvurunun güvenilirliğini azaltıcı bir unsur olarak değerlendirilmiştir.
Bir dosyada başvurucu, 2019, 2021 ve 2022’de üç kez gözaltına alındığını iddia etmiş olmasına rağmen, Türkiye’den ancak Temmuz 2023’te ayrılmıştır. Komiserlik bu zaman farkını inandırıcı bulmamış ve ret kararı vermiştir. Ancak CCE-RVV, dosyanın diğer unsurlarını dikkate alarak başvurucuya mülteci statüsü tanımış, bu noktayı ise doğrudan değerlendirmemiştir. Konsey’e göre, Komiserliğin “zulümlerin tekrarlanmayacağına dair geçerli nedenler” sunamaması tek başına başvurucunun makul bir zulüm korkusu taşıdığını kabul etmek için yeterlidir.
Bir başvurucu, Türkiye’ye döndüğünde sosyal baskıya uğrayacağını ve “Fetö’cü” olarak dışlanacağını ileri sürmüş; ancak bu korku “hipotetik” bulunmuş ve başvurucunun başka bir şehre taşınma olasılığı nedeniyle “çok önemli” kabul edilmemiştir.
Diğer bir başvuruda temellendirilmiş korku belirlemesinde güncel kovuşturma gerekliliğine vurgu yapan CCE-RVV, başvurucu tarafından itiraz aşamasında sunulan belgelerin en yenisinin Şubat 2022 tarihli ve yalnızca soruşturma aşamasıyla ilgili olduğunu, dolayısıyla aktif bir kovuşturma veya yargılama sürecini kanıtlamadığını belirtmiştir.
Farklı bir başvuruda, Jandarma Sahil Güvenlik Akademisi’nden “akademik başarısızlık” gerekçesiyle çıkarılan başvurucu, bunun aslında Gülen bağlantısından kaynaklandığını iddia etmiştir. Ancak Komiserlik ve CCE-RVV, somut ve güncel zulüm riskini kanıtlayamadığı gerekçesiyle mülteci veya ikincil koruma statüsü talebini reddetmiştir.
Aile Bağlarının Rolü
Aile bağları, CCE-RVV ve Komiserlik kararlarında sıklıkla tartışılan bir unsur olmakla birlikte, tek başına çoğunlukla “temellendirilmiş zulüm korkusu”nun objektif kanıtı olarak kabul edilmez. Örneğin bir dosyada başvurucu, Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilen amcasının durumunu ileri sürmüş, ancak Komiserlik bu bilginin başvurucunun kişisel olarak hedef alınacağına dair güvenilir bir işaret oluşturmadığını değerlendirmiştir. Aynı dosyada, mülteci statüsü almış bir başka aile üyesinin belgelerini sunması da kendi durumunu kanıtlamak için yeterli görülmemiştir.
Bununla birlikte, CCE-RVV içtihadı aile bağlarının tamamen önemsiz olmadığını da göstermektedir. Bazı kararlarında Konsey, aile bağlantılarının diğer risk unsurlarını güçlendiren bir etki yaratabileceğini vurgulamıştır. Özellikle, başvurucunun kendi geçmişinde ciddi takibatların bulunması (örneğin kesinleşmiş mahkûmiyetler, uzun süreli soruşturmalar) veya birden fazla risk faktörünün kümülatif biçimde bir araya gelmesi halinde, aile bağları zulüm korkusunun objektif unsurlarını destekleyen bir kriter olarak kabul edilebilmektedir.
Dolayısıyla, genel eğilim Komiserlik nezdinde aile bağlarının tek başına yeterli bulunmaması yönündeyken, CCE-RVV daha esnek bir yaklaşım benimseyerek, bazı dosyalarda aile durumunun kişisel riski güçlendiren kilit bir faktör olabileceğini ortaya koymaktadır.
CCE-RVV’nin Bütünsel Risk Analizi
CCE-RVV içtihadı, sığınma başvurularında tek bir unsurun (örneğin aile bağları veya ülkeyi terk etme zamanı) genellikle yeterli olmadığına, asıl önemli olanın bütün unsurların birlikte değerlendirilmesi olduğuna işaret etmektedir. Bu yaklaşım, özellikle başvurucuların geçmişte yaşadığı somut takibatlar ile mevcut durumundaki “olumlu” görünen koşulların nasıl tartıldığı noktasında kendini göstermektedir.
Bir örnekte, başvurucu Gülen hareketine atfedilen bağlantıları nedeniyle sekiz yıl bir ay on beş gün hapis cezasına mahkûm edilmiş ve halen 14 Mart 2026’ya kadar şartlı tahliye altında bulunuyordu. Komiserlik, bu ağır olguları kabul etmekle birlikte, başvurucunun:
- Şartlı tahliye sonrası yeniden özgürlüğünden mahrum bırakılmamış olmasını,
- Yeni bir adli süreçle karşılaşmamış olmasını,
- Pasaport alabilmesini,
- Türkiye’den yasal olarak ayrılabilmesini,
- Ve bazı aile üyelerinin hâlen Türkiye’de ikamet etmesini,
zulüm korkusunun mevcut ve somut olmadığına işaret eden göstergeler olarak değerlendirmişti.
CCE-RVV ise bu dosyada Komiserlikten farklı bir perspektif benimsemiştir. Konsey, başvurucunun özel profili ve ailevi durumu dikkate alındığında, Komiserlik tarafından olumlu işaret olarak gösterilen hususların zulüm riskini ortadan kaldırmadığını aksine, geçmişteki mahkûmiyetin ağırlığı ve halen devam eden şartlı tahliye, başvurucunun Türkiye’ye dönüşünde yeniden takibata uğrama ihtimalini güçlü biçimde ortaya koyduğunu vurgulamıştır. CCE-RVV kararında şunu demiştir:
“Konsey, başvurucunun özel profili ve ailevi durumunu dikkate alarak; şartlı tahliyesinden sonra yeniden özgürlüğünden mahrum bırakılmamış olması, hakkında yeni bir yargı sürecinin bulunmaması, pasaport alabilmiş ve Türkiye’den yasal olarak ayrılabilmiş olması ile bazı aile üyelerinin hâlen Türkiye’de ikamet ediyor olmasının, başvurucunun yeniden zulme maruz kalma ihtimalini ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini belirtmiştir. Bu zulmün farklı biçimlerde ortaya çıkabileceği göz önüne alındığında, başvurucunun kalan hapis cezasını çekme riskinin bulunup bulunmadığının ayrıca incelenmesine gerek yoktur. Davalı tarafın, bu zulümlerin tekrarlanmayacağına dair geçerli gerekçeler sunmamış olması, başvurucunun makul bir zulüm korkusuna sahip olduğunun kabulü için yeterlidir.”
Bu nedenle CCE, Komiserliğin ret kararını iptal ederek başvurucuya mülteci statüsü tanımıştır. Böylece Konsey, yüzeysel olarak “normalleşmiş” görünen koşulların, zulüm korkusunu ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini ortaya koymuş oldu.
Kişisel Profilin Belirleyici Rolü
CCE-RVV kararlarında dikkat çeken en önemli noktalardan biri, dosyaların son derece kişiselleştirilmiş bir biçimde ele alınmasıdır. Konsey, başvurucunun yalnızca genel ülke koşullarına değil, aynı zamanda aile geçmişine, kişisel faaliyetlerine ve yurtdışındaki konumuna kadar pek çok unsuru değerlendirerek karar vermektedir. Örneğin;
- Bir başvurucu, babası ve amcasının Gülen hareketiyle bağlantılı olarak hapis cezası aldığını, kendisinin de bu hareketle ilişkilendirilen okullarda eğitim gördüğünü iddia etmiştir. Ancak CCE-RVV, bu bağların tek başına başvurucunun kişisel olarak hedef alınacağına dair yeterli ve somut kanıt oluşturmadığını değerlendimiştir. Konsey, başvurucunun bireysel durumunun güncel, genel ve objektif bilgiler ışığında incelenmesi gerektiğini vurgulayarak, bu dosyada red kararrı veren Komiserliğin yaklaşımını doğru bulmuştur.
- Ancak başka bir dosyada başvurucu, babasının 2019’da sekiz yıl ağır hapis cezası aldığını, kendisinin ise ülkeyi terk ettiği sırada kişisel olarak doğrudan bir takibata uğramadığını ifede etmiştir. Ancak CCE-RVV, başvurucunun “aktif bir aile profiline” sahip olmasını, Belçika’da Gülen hareketiyle faaliyetlerini sürdürmesini ve bu hareketin resmi bir evinde kalarak etkinlikler düzenlemesini de dikkate almıştır. Bu unsurların, ülkeye dönüş halinde Türk makamlarının şüphe duyması için yeterli olduğu ve zulüm riskini güçlendirdiği sonucuna varmıştır. Konsey, bu nedenle başvurucunun temellendirilmiş bir zulüm korkusuna sahip olduğunu kabul ederek başvurucuya mülteci statüsü tanımıştır.
Bu iki örnek, CCE-RVV’nin “herkes için aynı kalıp” yaklaşımından uzak durduğunu göstermektedir. Aynı ailevi arka plan farklı dosyalarda farklı sonuçlara yol açabilmekte; belirleyici olan ise, başvurucunun kişisel profilinin nasıl şekillendiği, hangi faaliyetlere katıldığı ve güncel risk unsurlarının bir arada nasıl değerlendirildiği hususları olmaktadır.
Kesinlik Değil, Makul Korku
CCE-RVV içtihadında öne çıkan önemli noktalardan biri de, uluslararası koruma başvurularında “zulüm korkusunun” ispatında kesinlik değil, makul gerekçelere dayalı bir korku aranmasıdır. Bu yaklaşım, Cenevre Sözleşmesi’nin 1(A)(2). maddesinin özüne uygun olarak, başvurucunun gelecekte karşılaşabileceği risklerin olasılık temelinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bir kararda, başvurucunun Gülen hareketiyle olan bağları, ailesindeki bazı üyelerin bu hareket nedeniyle mahkûm edilmesi ve onlara yaptığı mali yardımlar incelenmiştir. Komiserlik, bu bağların tek başına kesin bir zulüm riskini göstermediğini ileri sürmüş, hatta Türkiye’den yasal çıkış yapabilmesini ve hâlâ ülkede yaşayan aile üyelerinin bulunmasını “riskin yokluğuna işaret eden” unsurlar olarak değerlendirmiştir.
CCE-RVV ise tam tersine, bu unsurların başvurucunun özel profili açısından birlikte ele alındığında, Türkiye’ye dönüşte makul bir zulüm korkusu doğurduğunu belirtmiştir. Ayrıca Komiserlik’in yaklaşımına ciddi eleştiriler yöneltmiştir:
- Dosyada referans verilen COI Focus (14 Aralık 2021) belgesine erişim sağlanmaması,
- Söz konusu belgenin Komiserlik’in internet sitesinde veya dava dosyasında bulunmaması,
- Ve bu durumun “lehine olabilecek bilgileri saklama izlenimi” yaratması.
CCE-RVV, duruşmada Komiserlik’in açıkça, uzun süreli yurtdışı ikametinin başvurucu için ek bir risk faktörü olduğunu kabul ettiğini, buna rağmen somut riskin “kesinleşmediği” gerekçesiyle talebin reddedildiğini kaydetmiştir. Konsey, “zulmün kesinleşmiş olması” şartını aramanın, Cenevre Sözleşmesi’nin öngördüğü standartla bağdaşmadığını vurgulamıştır.
Sonuçta, başvurucunun hem aile bağları hem de kendi eylemleri (mali destek, hareketle temaslar, uzun süreli yurtdışı ikamet) birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’ye dönüşte zulüm riski taşıdığı kabul edilmiştir. Konsey, Komiserlik’in red kararını iptal ederek başvurucuya mülteci statüsü tanımıştır.
Şüpheden Yararlanma İlkesi: 48/7 Maddesinin Koruyucu Gücü
CCRVV, bazı dosyalarda Komiserliğin ret kararına dayanak gösterdiği argümanların, 15 Aralık 1980 tarihli Kanun’un 48/7. maddesi ile getirilen varsayımı ortadan kaldırmaya yetmediğini açıkça belirtmiştir. Bu madde, belirli koşullar altında şüphenin başvurucu lehine yorumlanması gerektiğini öngörmektedir.
Komiserlik, bir dosyada başvurunun reddini şu gerekçelere dayandırmıştı:
- Başvurucunun Türkiye’deki yargısal sorunlarının sona erdiği inancı,
- Geçmiş zulümlerin yalnızca belirli bir gözaltı koşulunda gerçekleştiği iddiası,
- Yeni yasal kovuşturmalara dair belgesel kanıt eksikliği,
- Başvurucunun Türkiye’den yasal yollarla çıkabilmesi,
- Ve “her bireyin durumunun ayrı değerlendirilmesi gerektiği” yönündeki genel ilkenin bu dosyada hatalı yorumu.
Konsey, bu gerekçeleri tek tek incelemiş ve şunları tespit etmiştir:
- Dosyadaki belgeler, başvurucunun yargısal sorunlarının bittiği yönündeki inancı çürütmektedir.
- Geçmişteki ciddi zulümlerin yalnızca gözaltı koşullarına bağlı olduğu iddiası, mevcut kanıtlarla bağdaşmamaktadır.
- Yeni belge eksikliği argümanı, bizzat başvurucu tarafından Konsey’e sunulan dokümanlarla çürütülmiştir.
- Yasal çıkışın tek başına zulüm korkusunu ortadan kaldırmadığı açıktır.
- Ve “kişisel değerlendirme” ilkesi, bu vakada yanlış uygulanmıştır.
Sonuç olarak, Konsey, Komiserliğin bu argümanlarının, başvurucu lehine şüphe varsayımını ortadan kaldırmaya yetmediğini belirterek, ret kararını iptal etmiştir.
Sosyal ve Ekonomik Dışlanma da Zulümdür
CCE-RVV, yalnızca adli soruşturma veya tutuklama gibi doğrudan devlet baskılarını değil, aynı zamanda işsizlik, sosyal dışlanma ve damgalamanın da mülteci hukukunda zulüm seviyesine ulaşabileceğini kabul etmektedir.
Bir kararda başvurucunun KHK ile işten çıkarılması sonrası yaşadığı iş bulma zorlukları ve sosyal dışlanma, zulüm teşkil edecek ciddiyette görülmüş; ayrıca ailesinin yaşadığı durumun da bu korkuyu pekiştirdiği belirtilmiştir. CCRVV, ülke raporlarını (COI Focus 2021; COI 28 Mart 2024) inceleyerek şu hususların güncel ve kalıcı riskler doğurduğunu tespit etmiştir:
- KHK ile ihraç edilenlere sosyal güvenlik kayıtlarına “36 OHAL/KHK” kodu eklenmesi, bunun iş bulmayı neredeyse imkânsız hale getirmesi.
- Banka hesabı açma, kredi kullanma, sigorta ödemelerini alma, şirket kurma, mülk satma gibi temel ekonomik haklarda ciddi kısıtlamalar.
- Yakınlarının Gülen bağlantısı nedeniyle aile bireylerine kadar uzanan damgalama: eş, kardeş hatta çocukların dahi iş bulmakta zorlanması.
- Sağlık hizmetlerine erişimde ve günlük hayatın temel ihtiyaçlarında yaşanan keyfi kısıtlamalar.
- Sürekli gözaltı haberleri ve medyadaki kriminalizasyon nedeniyle toplumda devam eden “suçluluk atfı” ve damgalama.
CCE-RVV, dosya kapsamında başvurucunun ‘üniversiteden yüksek lisans derecesi olan başvuru sahibi, işten çıkarılmasının ardından bebek bakıcısı, ev temizlikçisi veya satış elemanı olarak iş bulabilmiş olsa da, bu son işleri, en azından sosyal dışlanmaya maruz kaldığını göstermektedir’ tespiti ve genel değerlendirmelerle birlikte Konsey, ‘başvurucunun geçmişte ve şu anda Gülen hareketine dahil olması, FETO üyeliği nedeniyle yargılanan ve/veya mahkum edilen kişilerle aile bağları olması, mülteci olarak tanınan kişilerle olan aile bağları ve maruz kaldığı ve/veya (tekrar) maruz kalabileceği sosyal ve idari dışlanma nedeniyle Türkiye’ye geri dönmesi halinde zulüm göreceğinden haklı olarak endişe duyduğunu düşünmektedir.’ diyerek Türkiye’ye dönüş halinde başvurucunun makul bir zulüm korkusu taşıdığını ortaya koyduğunu belirterek başvurucuya mülteci statüsü tanımıştır.
Beraat Sonrası Riskin Değerlendirilmesi
CCE-RVV bazı dosyalarda, başvurucunun geçmişte Gülen hareketiyle bağlantılı suçlamalardan beraat etmiş olmasını ve bu beraat kararının temyiz mahkemesi tarafından da onaylanmasını dikkate almıştır. Örneğin bir kararda, başvurucunun beraat sonrasında herhangi bir misillemeye maruz kalmadığı ve ailesinin durumunun otomatik olarak kendisine yönelik bir zulüm riski doğurmadığı tespit edilmiştir.
CCE-RVV, bu dosyada başvurucunun ileri sürdüğü korkuların yeterli somut kanıtla desteklenmediğine hükmetmiş ve ne mülteci statüsü ne de ikincil koruma statüsü verilmesi için geçerli bir gerekçe bulunmadığı sonucuna varmıştır.
Yunanistan’da Statü Sahipleri ve Kabul Edilemezlik İncelemeleri
CCE-RVV, Yunanistan’da daha önce uluslararası koruma elde etmiş başvurucuların dosyalarında da kişisel durumları esas alarak değerlendirme yapmıştır. Bir kararda, başvurucu daha önce Yunanistan’da mülteci statüsü almış olduğundan, Belçika’daki başvurusunun kabul edilemez olduğu gerekçesiyle Komiserlik tarafından reddedilmiştir.
Konsey, her ne kadar Yunanistan’daki yaşam koşullarının mülteci statüsü sahipleri açısından ciddi zorluklar içerdiğini kabul etse de, esas belirleyici olanın bireysel koşullar olduğunun altını çizmiştir. Bu dosyada başvurucunun:
- Psikolojik kırılganlığı,
- Yunanistan’daki oturum izninin süresinin dolmuş olması,
özel olarak dikkate alınmış ve bu koşulların, başvurucunun yeniden Yunanistan’a gönderilmesi halinde aşırı maddi yoksunluk ve insanlık dışı muamele riski doğuracağına hükmedilmiştir.
CCE bu gerekçelerle, Komiserliğin kabul edilemezlik kararını iptal etmiş ve dosyanın, başvurucunun Türkiye’deki durumu da gözetilerek esaslı bir biçimde yeniden incelenmesi için geri gönderilmesine karar vermiştir.
Bu yaklaşım, ABAD’ın kararında (19 Mart 2019, C-297/17 ve diğerleri) ortaya koyduğu ilkeyle uyumludur: Bir AB üyesi, başka bir üye devlette koruma sağlanmış olsa bile, başvuruyu irrecevable (kabul edilemez) sayabilir; ancak bu yalnızca, söz konusu üye devletteki yaşam koşullarının başvurucuyu ciddi bir kötü muamele riskiyle karşı karşıya bırakmaması halinde geçerlidir.
AB İçinde Mevcut Statü ve Kabul Edilemezlik
CCE-RVV, başka bir AB üyesinde hâlihazırda uluslararası koruma statüsü bulunan başvurucuların dosyalarında, yalnızca o ülkedeki yaşam koşullarının temel hakların korunmasıyla bağdaşmaz bir düzeye ulaşıp ulaşmadığını denetlemektedir. Bir dosyada, Polonya’da statü sahibi başvurucular, barınma, istihdam, sağlık hizmetlerine erişim ve ırkçı saldırılar nedeniyle zorluklar yaşadıklarını ileri sürmüş, ancak CCE-RVV, bu iddiaların Polonya’daki uluslararası koruma statüsü sahiplerinin haklarının korunduğu yönündeki varsayımı çürütecek nitelikte olmadığına hükmetmiştir. Ayrıca başvurucuların Polonya makamları nezdinde haklarını arama konusunda yeterli çaba göstermemiş olmaları da kararın gerekçeleri arasında yer almıştır.
Usulî Hatalar ve CCE-RVV’nin Denetimi
CCE-RVV, Komiserliğin verdiği kararları yalnızca içerik bakımından değil, aynı zamanda usul bakımından da sıkı bir denetime tabi tutmaktadır. Çeşitli dosyalar, usul hatalarının başvurucular lehine önemli sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir:
- Belgelerin yeterince incelenmemesi: Başvurucunun ikinci talebinde sunduğu Fedactio üyelik belgesi, önceki dosyada dahi yeterince incelenmediği ortaya çıkınca, CCE-RVV Komiserliğin ikinci ret kararını iptal etmiş ve dosyayı geri göndermiştir. Bu karar, belgelerin yüzeysel değerlendirilmesinin ciddi bir usul hatası olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır.
- Çelişkili ülke bilgileri ve belgelerin göz ardı edilmesi: Başvurucu, hem Kürt etnik kökeni hem de Gülen hareketiyle atfedilen bağları nedeniyle risk iddia etmiş; ayrıca savcılıktan alınan bir “dosya gizliliği kararı” sunmuştur. Komiserlik bu belgeleri inandırıcı bulmayarak talebi reddetmiştir. CCE-RVV ise ülke bilgileriyle çelişkiler bulunduğunu ve gizlilik kararının yeterince incelenmediğini belirterek, ret kararını iptal etmiş ve dosyayı yeniden inceleme için geri göndermiştir.
- Yasal sürelerin ihlali: Komiserliğin, sınırda gözaltında tutulan başvurucu hakkında dört haftalık yasal süreyi aşarak karar vermesi, CCE-RVV tarafından esaslı bir usul hatası olarak görülmüştür. Bu nedenle karar iptal edilmiş ve dosya yeniden Komiserliğe gönderilmiştir.
Genel Sonuç
İncelenen kararlar, CCE-RVV’nin Gülen hareketiyle bağlantılı dosyalarda yalnızca genel kurallara değil, her başvurucunun kişisel profiline ve özel koşullarına odaklandığını göstermektedir. CGRA çoğu zaman “sistematik zulüm yok” yaklaşımıyla reddederken, CCE-RVV; aile bağları, geçmiş mahkûmiyetler, sosyal damgalama, psikolojik kırılganlık ve yurtdışındaki faaliyetler gibi unsurları birlikte değerlendirerek karar vermektedir.
Konsey, zulüm korkusunun ispatında kesinlik değil, makul gerekçeler aramakta; bazı durumlarda sosyal ve ekonomik dışlanmayı da zulüm kapsamında kabul etmektedir. Ayrıca, usulî hataları da sıkı denetleyerek başvurucular lehine iptal kararlarına hükmedebilmektedir.
Sonuç olarak, CCE-RVV’nin yaklaşımı net bir mesaj vermektedir: her başvuru bireyseldir; genel ülke koşulları önemlidir ama belirleyici olan, başvurucunun kendi geçmişi, ailesi ve kişisel hikâyesi çerçevesinde ortaya çıkan risk profilidir.